17 Mayıs 2008 Cumartesi

28 Aralık 2007 Cuma
Bir Köy Öğretmenini anısı
Öğretmenliğimin dördüncü yılı;
Amasya İli Taşova İlçesi Korubaşı köyü İlkokulu öğretmenleriyiz. Köyde benim öğretmenliğimin dördüncü yılı.
Halil Kahraman il dışından nakil geldi, Taşova’nın Halamaz köyünden, aynı dönem (1972) yılı mezunlarıyız. İkimiz de bekar.
. Korubaşı Köyü (eski adı Serniç) Taşova ya 47 Km. uzaklıkta. Yaya olarak Taşova’ya, Samsun un ilçeleri Kavak ve Çarşamba’ya sekiz saat uzaklıkta. O tarihlerde köy yolu stabilize denilen, kışın belirli yerleri araç ulaşımına elverişli olmayan orman yolu ile Destek nahiyesine bağlı.
Kasım ayı başından Mart ayı sonuna kadar ulaşım traktörle veya at ile yapılırdı.
Yıl 1976 Ocak ayının son haftası. Hafta sonlarında çevredeki köy öğretmeni arkadaşlarla gidip, geliyoruz..
Bir Cuma günü son dersten sonra; Korubaşı Köyünde babası eğitmenlik yapmış olan Ali Yersel’in davetlisi olarak Tekke Köyü Fındıcak Mahallesine bağlı Yalamageriş’e davetliyiz.
Bulunduğumuz yer de rakım 800 metre civarında bir yayladayız. Hava soğuk ve kar yağmaya başladı. Öğrenciliğimde Kastamonu Tekeli Kardeşlerde yaptırmış olduğum uzun sap bağlama bende, Arkadaşım Halil de tek kırma bir av tüfeği ile yola çıktık. Ben bağlamamı naylon bir örtü ile kardan korumak için sardım. Yalamageriş e gitmek üzere yola çıktık. Gideceğimiz yer yakındı.
Fındıcak ta öğretmen olan Nedim Şahin Ve İbrahim Yıldızdal da gelecekti. Ali yersel in evine giderken kar yağışı devam ediyordu. Arkadaşlar la Ali Yersel in evinde buluştuk. O akşam saz çaldık, kağıt oyunları oynadık, Fındıcak öğretmenleri yatıya kalmadılar, köylerine döndüler.
Yarın, Cumartesi günü Fındıcak Mahallesinden geçerek Nedim ve İbrahim arkadaşı da alıp Tekke Köyü İlkokulu öğretmeni Ahmet Peynir e gidecektik. Tekke Köy de Ahmet Peynir, Hanefi Yüksel ile birlikte çalışıyordu, geleceğimizden haberliydiler. Şeyhli Tekke köyüne bağlı 18 mezra vardı. Tekke o bölgenin merkezi konumundaydı.
Cumartesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra yola çıktık, kar yağışı devam ediyor, diz boyu olmuştu. Korubaşı, Yalamageriş, Fındıcak araları, yazın yürüyerek yarım saatlik yoldu.
Fındıcak Mahallesinden Halil ve İbrahim arkadaşları da alarak, birlikte Tekke Köy e yola çıktık. Akşamüzeri Ahmet Peynir e misafirdik. Ahmet Peynir Tekke Köyünün yerlisiydi. O akşam bizi konuk etti. Pazar sabahı kalktığımızda kar yağışı devam ediyor, yarım metreyi geçmişti. Ahmet Peynir ve Tekke köylüler; “hocalar bu havada yola çıkmayın, kar yağışı devam ediyor ve yükseliyor, hava soğuk, akşam saatlerinde daha da soğuyarak tipiye çevirebilir” dediler.
Bizler idealist öğretmenlerdik, pazartesi günü okulumuzu eğitim, öğretime açmamız gerekir, dedik ve yola çıktık. Evden ayrılırken Ahmet Peynir den şeker istedim. Ahmet peynir bir avuç kağıtlı şeker verdi, pardösümün cebine attım. Şekerin donmaya karşı faydası olduğunu duymuştum.
Gideceğimiz yol yazın bir buçuk saatte gidilen bir yoldu. Biz saat 11.00 gibi tüm uyarılara rağmen dört arkadaş yola çıktık. Gidiş yolundan geri dönüyoruz, bir gün önce geldiğimiz yolda izimiz belli belirsiz yolumuzu güçlükle bulabiliyoruz. Sıra ile öne geçip çığır açıyor, yorulan geriye kalıp çığırdan geliyor.
Fındıcak mahallesine gediğimizde pantalonlarımız kardan ıslanmış, kar diz boyunu geçmişti. Dün akşam misafir olduğumuz Ali Yersel Fındıcak Mahallesi köy odasında Fındıcak lı çocuklara Kuran Kursu veriyordu. Doğrudan köy odasına gittik, ortada kocaman petrol varilinden yapılmış odun sobası gürül gürül yanmaktaydı. Bizi görünce soba etrafında bulunanlar geri çekilerek ısınmamız için yer açtılar. Yarım saat kadar, ısınmaya ve ıslak olan giysilerimizi kurutmaya çalıştık. Öğretmen arkadaşlar, Ali Yersel ve köylüler, kesinlikle yola çıkmayın, burada sizi misafir edelim, yarın kar yağışı durup, yol açılınca gidersiniz diye ısrar ettiler.
Ben gidip okulu açma taraftarıydım, arkadaşım Halil e baktım, o da gitme taraftarıydı. Ali yersel e; sen bize köy halkından birkaç kişi ver , onlar bizi ormanlık alandan geçirip geri dönsünler biz gideriz dedik. Yine gitmeyin hava tipiye çevirecek, bir sene önce Kavak tan Cobu deresine gelmek üzere yola çıkan üç kişinin donarak öldüklerini anımsattılar.
Biz kararlıydık, bizim dediğimiz yere kadar bize çığır açarak köylüler bize yardım ederlerse köyümüze gideriz diyorduk.
Bulunduğumuz yerden köye ulaşmak için takip edilecek yol; beşyüz metre kadar ormanlık araziye varmak için tarlalardan yürüyecektik, beşyüz metreden sonra, dik ve yamaç uzun gürgen ağaçları ile kaplı bir ormanlık alanın içinden geçen bir cılga yoldan 1 km. kadar yürüyecek, sonra 100 m.lik bir yokuş çıkp, 300 m kadar düz bir tarlayı geçerek, yine elli metrelik bir yokuş çıktıktan, sonra çıkacağımız tepeden okulumuz görünüyordu.
Yalnız; ormanlık araziden bizim geçmemiz imkansızdı, her taraf 75 cm kalınlığında kar ile kaplı olduğundan cılga yolu bulup yürümemiz mümkün değildi. Köylüler, bu yolu sürekli kullandıkları için ağaçlardan takip edebiliyorlardı.
Ali Yersel bize dört kişi verdi, yola çıktık. Biz arkadan gidiyorduk, dört kişi yine sıra ile çığır açarak ilerliyorduk. İçlerinden Abdullah amcayı tanıyordum. Bir yıl önce askerden yeni gelen oğlunu bir husumetten dolayı Fındıcak ta silahla öldürmüşlerdi. Ormana girdiğimizde diğer köylüler Abdullah amcanın ayağına bakıp gülüyorlardı, ne olduğunu sordum, Abdullah amca ayağını kaldırdı, ayağında kara lastik ayakkabısı yoktu, beyaz iple bacağıma bağlı, topuğu yamalı yün çorabı ile yürümeye devam ediyordu. Ayakkabının ayağından nasıl ne zaman çıktığını farketmemişti. Abdullah amcaya hepimiz sen dön geriye dememize rağmen Abdullah amca dönmedi yola devam ediyoruz.
Ormanlık alanın ortasına geldiğimizde, köylülere de acıyıp, artık geri kalan yolu biz gideriz siz dönün dedik. Köylüler bize zor gidersiniz Hocalar, ama bir deneyin, biz burada bekleyip nasıl gittiğinizi izleyeceğiz dediler. Halil ile biz öne geçip, yol değil de yön takip ederek gitmeye çalışıyoruz, elli metre kadar uzaklaştık, köylüler; hocalar yoldan çok aşağı düştünüz biraz daha giderseniz geri çıkamazsınız dediler.
Köye doğru yürümeye başladılar, biz onların yürüdükleri yola zor çıkabildik. Ormanın bitimine yakın yine köylülere acıdık. Çünkü kendi evlerinde de akşam için yapacakları bir sürü işleri olabilirdi. Siz artık buradan dönün bizim çok az bir yolumuz kaldı dedik. Yine köylüler tedbiri elden bırakmıyorlardı. Hava tipiye dönmüş, ortalığı sis bastı, rüzgarla birlikte savrulan kar, ıslanmış olan pantalonlarımız donmaya başladı ve soğuk giderek şiddetini artırıyordu.
ormanlYüz metrelik açıklık bir arazide yokuş tırmanacaktık. Köylülerle anlaştık, biz bu yüz metreyi tırmanıp, düzlük olan üç yüz metrelik tarlayı geçerken zorlanırsak, gidemezsek Halil arkadaşım elindeki tüfeğiyle bir el ateş edecek, köylüler bize yardıma geleceklerdi, anlaşıp vedalaştık Halil ile yola devam. Ormanın bitiminden sonraki yüz metrelik yokuşta en çok yedi sekiz adım atabiliyor, değişiyorduk. Yüz mertek lik yokuşun ortasına çıktığımızda önümüzden bize t şeklinde bir yabani hayvan, domuz ya da kurt olabilir, büyük bir çığır açarak geçmişti. Bizim gideceğimiz istikemete gitmediği için üzüldük.
Yüz metreyi, bazı yerlerde sazımla kar kürüyerek çıkmıştık. Kat ettiğimiz yol sürekli yükseliyordu. Şimdi üç yüz metrelik düzlük olan bir tarlayı geçecektik. Tipi giderek yoğunlaştı, hava şartları daha da olumsuzlaştı. Üç yüz metrelik yola ben önde başladım, Halil arkamdan seslendi, Nizamettin bacağıma kramp girdi dedi. O an çok korktum, Halil i burada bıraksam gitmem mümkün değildi, hızla geriye gelip Abdullah amca diye sesimin çıktığı kadar bağırmaya başladım. Halil elindeki tüfeği ateşlemeye çalışıyor, bir türlü tetiği çekip silahı patlatamıyordu. Ne oldu Halil dedim, Halil in eli Tüfeğin demir kısmına yapışmış, nefesi ile ısıtıp elini kurtarmaya çalışıyordu. Halil elini kurtarıp tüfeği ateşlemeyi başardı, ancak, tüfeğin sesini ben zor duydum. İkimizde bir korku ve panik içindeyiz. Halil in yüzüne baktım, dudağı morarmış ve çatlamıştı. Ceketinin yakasından toplu iğne çıkarmaya çalışıyordu. Ben de son gücümü kullanıyordum, diz bağı çözülmesi denen olayı yaşıyorum, bir ara adım atamaz hale geldim. Abdullah amca diye sesimin çıktığı kadar bağırmaya yine başladım, ormanın içinden bir ses “korkmayın hocalar, biz buradayız geliyoruz” diye seslendiler. Sesleri Halil de duydu, gülmeye başladı, kramp geçti Nizamettin dedi, bana da bir cesaret geldi, yeniden bacaklarımın güçlendiğini hissettim.
Artık ani kararlar veriyorduk, burayı geçeriz biz dedik, Abdullah amca gelmeyin biz burayı geçeriz Halil in bacağı düzeldi diye bağırdım. Yine yola koyulduk. Geçeceğimiz tarlanın ortasında bir su pınarı vardı. Su pınarına geldiğimizde su buhar halinde yukarı doğru yükseliyordu, Halil elini yüzünü yıkamaya niyetlendi, ben engel oldum. Bu ortamda elimize ve yüzümüze süreceğimiz suyun anında donacağını biliyordum, Halil de anladı, yolumuza devam ettik. Önümüzde elli metrelik yokuş bir yol kalmıştı, Buradan geriye dönmemiz ya da bizi getirenlere sesimizi duyurmamız mümkün değildi. İkimizin de gözünde bu son elli metrelik yol büyümekteydi. Burada kalıp donabilrdik, yavaş yavaş ısınmaya başladık, işin bilincindeydik, donma tehlikesinin belirtileriydi bu ısınma.
Halil; şeker vardı sende versene dedi. Ben şekerleri unutmuştum, şekerleri yemeden yeni bir güç kaynağı bulmuş gibi olduk. Şekerleri pardösümün cebinden çıkardım, bir kısmını Halil e verdim, ancak; şekerlerin kağıtlarını açamıyorduk, el parmaklarımız donmaya başlamıştı. Şekerleri kağıtlarıyla birlikte yemeye başladık ve elli metreyi yine sıra ile birkaç adım atıp ileri, geri geçerek tırmandık.
Okulumuz ve Bakkal Hurşit’in dükkanı Karartı halinde görünüyordu artık. Okulun önündeki çeşmeden hayvan sulayanlar, su alanlar görünüyordu.
Hurşit amca diye bağırmaya başladık, tipi ve sis yoğun olduğu için arada yüz elli metrelik mesafe olmasına rağmen, bize görünen karartılar bizi duymuyordu. Bir müddet bağırdıktan sonra nihayet duydular. Bakkal Hurşit’in dükkanında sohbet eden köylüler tek sıra halinde bize ulaştılar, siz deli mi oldunuz hocalar, bu havada insan yola çıkar mı dediler. Bizi Hurşit in soğuk, soba yanmayan misafir odasına aldılar. Korubaşı köylüleri kar ve kış konusunda deneyimliydiler. Bize giysiler getirdiler, üzerlerinizdekileri değiştirin dediler. Çeşmeden kovalarla soğuk su getirip, bu su ile elinizi, ayağınızı, yüzünüzü iyice yıkamamıza yardımcı oldular. Yıkadığımız uzuvlarımız korkunç sızlamaya başladı, başımızdan birer buzdan miğfer çıktı.
Donmadığımız için şanslı olduğumuzu söyledi köylüler. Yaklaşık bir saat sonra bizi soba yanan odaya alıp yemek verdiler. O gece sızılarımızdan uyuyamadık.
Pazartesi günü köyümüzde bir metre kar vardı, okulu eğitim, öğretime açmıştık.
Abdullah amcaya bir çift, içi keçeli lastik ayakkabı alıp gönderdim.
Mart ayında Taşova’ya indiğimizde bizim okul açtığımız günden itibaren okulların bir hafta süre ile tatil edildiğini öğrendik.

Hiç yorum yok: