Bir Öğretmenin Anıları: 28 Aralık 2007 Cuma
Bir Köy Öğretmenini anısı
Öğre...: 28 Aralık 2007 Cuma Bir Köy Öğretmenini anısı Öğretmenliğimin dördüncü yılı; Amasya İli Taşova İlçesi Korubaşı köyü İlkokulu öğretmenleriyiz...
4 Mart 2015 Çarşamba
2 Mart 2015 Pazartesi
Ekmek Kavgası
EKMEK KAVGASI
2 Mart 2015 Pazartesi
EKMEK KAVGASI
Bu yazıyı yazmamın amacı uzun yıllar toprağa bağlı yaşam biçimimizin sona erip son otuz-kırk yılda üretim biçimleri ve yaşam koşullarının çok gelişmesi ve değişmesi.
Günümüzde, yediğimiz ekmeğin nasıl yapıldığını bilmeyenler var.
Anlatacağım üretim biçimi, tamamen insan ve hayvan gücüne dayalıdır.
Ekmeğin nasıl yapıldığını buğday ekiminden başlayarak anlatmaya çalışacağım. (Mısırdan da ekmek aynı yöntemlerle yapılıyordu, mısır ve buğday unu karıştırılarak da ekmek yapılır)
Yöremizde Ekim ayı başlangıcında tarlalar buğday ekmeye hazırlanır. Önce buğday /Ekin ekilecek tarlalardaki çalılar ve dikenler kadınlar tarafından kazma ile kesilir uygun bir yerde, genellikle yakılarak yok edilir. Yöremizde tarlalar, ormanı yok ederek oluştuğundan, o tarlalardaki orman halindeki ağaçların toprakta kalan kökleri her yıl yeni filizler verir, çalı dediğimiz bu filizledir. Eğer tarla üç-beş yıl ekilmezse eski doğal haline döner. Kesilen ağaçlar yeniden tarlayı daha gür şekilde kaplar.
Ekin ekebilmek için önce yağmur yağması, yağmurdan sonra toprağın sürmeye uygun (TAV) hale gelmesi beklenir. Genellikle köylüler bu zamanı birlikte bekler,ya da birisi ekmeye başladığında diğer komşular da ekmeye başlarlardı. Bu arada tarlalar tav bakımından farklılıklar gösterebilir, tarlanın bayırda veya düzde olması, güneyde ya da kuzeyde, düz ya da bayır olması önemli. Ekin ekildiği sırada toprak çamurlu ya da kuru olmamalıdır. Düz araziler en son ekilir. Toprak bulgur gibi olmalıdır en iyi ekim için.
Hava şartları oluştuğunda çalı ve dikenleri kesilerek ekime hazırlanan tarlalar öküzler gücü ile kara sabanla(Tamamen ağaçtan yapılı, toprağı deviren kısmında saban demiri denilen demir vardır) ekilmeye başlar. Önce tarla öküzlere boyunduruk ile koşulu olan sabanla bir kenarından veya alt ucundan başlanılarak evlek ( yaklaşık 1000M2 alan, 16-17 kg buğday tohumu atılır) çizilir. Bu çizilen evleğin içine geçen yılın ünlerinden tohumluk için ayrılan buğday el ile tarlaya saçılır. Sonra bu evlek sürülerek ekim bitirilir yeni evlekler çizilip tohumlanarak ekime devam edilir. Bu şekilde tarla ekildikten sonra tarlanın durumuna göre yağmur ve kar sularının ekili tarlaya çok zarar vermemesi için suların akacağı arklar çizilir sabanla. İşte bu işlemler deneyim gerektirir. Tarlayı eken kişi tarlanın eğimini, suyun akacağı yönü iyi tespit etmesi gerekir.
Ekim bittikten sonra sonbahar yağmurlarıyla toprakla buluşan buğday tohumları çimlenerek filiz vermeye başlar, ekili tarlalar yeşile bürünür.
Kış soğuklarında ekinlerin büyümesi durur, kökleri derinde olduğu için donmaz, zarar görmez. Toprak yüzündeki filizler zarar görse de toprak içinde bulunan gövdeler bahar gelip toprak ısındığında yeni filizler vererek ekin tarlası daha da gür hale gelir.
Yöremizde buğday ve mısır dönüşümlü olarak ekilir. Bir yıl buğday ekilen yere ertesi yıl mısır ekilir. Tarlalar genellikle aynı köylülerin olduğu için belirli bölgeler buğday ve mısır için ayrılır her yıl aynı yerlerde aynı dönüşümle ekim yapılır.
Nisan ve Mayıs aylarında ekinler boy atarak yükselmeye başlar. Boylanan buğdaylar rüzgar estiğinde deniz gibi dalgalanır. Bu dalgalanmaya halk arasında “ekinler davşanlıyor” denir.
Mayıs aylarında yeterli boya ulaşan ekinler başak çıkarmaya başlar. Başakların içi önce süt ile dolar, bu başaklar olgunlaşmaya başladığında önce süt halinde olan taneler sertleşmeye başlar. Haziran ayında sıcaklarla birlikte ekin tarlaları sararmaya başlar. Olgunlaşan başaklar ekilen buğdayın cinsine göre bir kısmı boyun eğer, olgunlaşma tamamlanmıştır.
Haziran ayının sonuna doğru yoğun çalışma başlar, bu çalışmada asıl işi yapan kadınlar ve genç kızlardır. Olgunlaşan ekinler el ile orak denilen eğri ve keskin,
ağaç saplı bir aletle, eğilerek yare yakın yerden, bir elle tutulup diğer eldeki orakla kökleri kesilir, kesilen buğdaylar öbek öbek tarlaya bırakılır. Başaklar hırpalanıp zarar görmemesi gerekir.
Ekin biçmeye de, aynı ekin ekme gibi tarlanın alt kısmından ya da düz ise bir kenarından başlanır. Bir yerden başlanarak ekin biçilen alana “çıkım” denir. Gün içinde biçilen ekinler, hava yağmur yağacak gibi değilse ertesi günü sabah erkenden biçime başlamadan önce “deste” bağlanır. Deste bağlanan kuşak ekinlerden yapılır. İki boy ekin önce başaklarının altından birbirine bağlanır, bağlanan bu ekinler yere konulup öbek halindeki biçilmiş buğdaylar kucakla kuşak üzerine konulup toparlanarak sıkılır, kuşakların diğer uçları da bağlanır. Deste bağlama işi bittikten sonra, bağlanan bu desteleri tarlanın uygun bir yerinde toplamak gerekir. Bu yer öküz arabalarının rahatça gelip destelerin arabaya yükleneceği bir alandır. Bu alana getirilen desteler ay biçiminde başaklar dışarı, kök kısımları içeri gelecek şekilde üst üste yığılır. Buna “ağıl” denir.
Bu ağılların ay biçiminde yapılma nedeni, bu aşamada yağmur yağma olasılığı varsa ekinler bu ağılın ortasında yığın yapılır. Yığın halindeyken buğdaylar ıslanmaz. Yığın yapmak ta ustalık ister. Her ailede bu işi en iyi yapanlar genellikle erkeklerdir.
Orak biçme, imece usulü yardımlaşarak da yapılır. Orak biçmede kadınlar bazen hem orak biçer hem de türküler söyler.
Orak biçme işi bittikten sonra orak biçmeyi bitiren kişinin başına gelenek gereği dikenden yapılan (Dikenlik) halka geçirilir.
Sıra ekin destelerinin harmana taşınmasına gelir. Harmanlar köyde genellikle evlere yakın yerlerdedir. Bu harman ve samanlıklar yapılırken hakim rüzgarlarda dikkate alınarak yerleri seçilmiştir. Çünkü saman ile tanenin birbirinden ayrılması için rüzgara ihtiyaç vardır. Samanlıklar, harmanda işlenen buğday saplarının, saman olarak depolandığı basit binalardır. Samanlığın hemen önünde on-onbeş metre çapında toprak zeminli yuvarlak bir alan vardır, harman bu alandır.
Tarlalardan iki ya da dört tekerlekli öküz arabaları ile harmana getirilen desteler mutlaka yığın yapılır. Çünkü harman zamanına kadar yağmurlardan korunması için yığın yapılması gerekir. Bu yığınlar bir harmanlık olur. Ailenin bütün ekinleri harman etrafına taşınıp yığın yapıldıktan sonra sıra harman dövme işine gelir.
Önce harmanda kullanılacak olan araçların bakım ve onarımı yapılır. Düven denilen araçlar, genellikle çam ya da köknar ağaçlarından yapılmış beş cm. kalınlıkta uç tarafları yukarıya eğik iki kalasın birbirine ağaç ile çakılarak oluşturulmuş araçlardır. Düvenin alt kısmı “düven dişi” denilen sert taşlardan parçalanarak özel yapılmış taşlardır. Açılan oyuklara bu taşlar yerleştirilir. Harmana serilen buğday saplarını bu dişler parçalar.
Harmanda kullanılan diğer araçlar, dirgen (makbülü kızılcık ağacından yapılandır) sapan gibi, iki sivriltilmiş ve sivri uçları yukarı doğru eğilmiş vaziyettedir. Ekin saplarını karıştırmaya ve savurmaya yarar. Yaba da harmanda kullanılan gerekli araçlardan biridir. Yaba kürek biçiminde ağaçtan yapılmış bir araçtır. Yabanında uç tarafında dört tane parmağı vardır, bu parmaklarda hafif yukarı eğiktir. Öküzler harmanda düven çekerken dışkıladıkları zaman, düven üzerinde harman süren kişi yabayı öküzlerin arkasına tutar hayvanların dışkıları yabanın içine düşer ve harmandan dışarı atılır. Sidikleri samana karışır. Diğer bir harman aleti de kalburdur. Bu kalburun davul gibi kasnağı vardır, köknar ağacından yapılmadır. Bir tarafı hayvan derisinden yapılmış ince sırımlarla yaklaşık 1 cm genişliğinde gözler oluşturularak örülüdür. Harman sonunda işe yaramaktadır.
Havanın durumuna göre akşamdan karar verilip harman yapılacaksa, hazırlıklar yapılır. Harman yeri çalı süpürgeleri ile süpürülür. Düvende eksik dişler varsa tamamlanır.
Hane halkı sabah güneş doğmadan kalkar, harmana iner. Ailede küçük-büyük herkese iş vardır. Önce harmanı yapılacak ekin yığınını üstüne bir kişi çıkar. Ekin destelerini harmana atar. Harmanda bulunan kişiler ekin destelerinin kuşaklarını çözerek ekinleri harmana bir köşeden başlayarak yayarlar. Ekin yığınının tamamı harmana serilir, sabah kahvaltısı yapılarak düvenler zincirlerle hayvanların boyunduruğundaki kayışlı halkaya bağlanır. Bir veya iki çift öküzle harman “dövmeye” (Öküzlerin düvenleri çekmesi) başlanır. Eğer öküzler ilk defa harmanda kullanılıyorsa, başlarına ip takılıp bir kişi önden öküzleri çekerek öküzleri alıştırır. Asıl kumanda düvenin üzerinde bulunan kişidedir. Çocuklar için en zevkli olaylardan birisi düvene binmektir. Düvenin atındaki taştan dişler, üzerindeki ağırlıkların baskısıyla sapları kesmeye başlar. Başakların içindeki buğday taneleri de oluşan samanın arasına dökülür.
Ekinlerin üzerine hayvan gücü ile dolaştırılan düvenin altındaki saplar, saman olmaya başlar. Altta kalan saplar ezilmez. Üst kısım belli kıvama geldiğinde, düvenler ve öküzler kenara çekilerek, öküzlere su ve yiyecek( alaf) verilir. Öküzler alaflarını yerken, harman dirgenlerle alt-üst edilmeye başlanır. Bu işleme “harman aktarma” denir. Harmanın tümü aktarıldıktan sonra yine düvenlerle harman dövmeye devam edilir.
Yeter olgunluğa ulaşılınca yine düvenler kenara çekilip harman aktarılır. Bu tekrarlama sürelerine “aktarım” denir. Öğlen sıcağına doğru harman olgunlaşmaya başlar. Hayvanların yorgunlukları dillerini çıkararak dönmelerinden bellidir. Öğlen yemeği harmanın kenarındaki meyve ağaçlarının gölgesinde yenir. Harmanda hızlı çalışmak esastır. Akşamüzeri esecek rüzgar zamanına kadar harman toplanmalıdır. Akşama buğdaylar çuvala, saman, samanlığa konulmalıdır.
Ekinlerin durumuna göre beş ya da altı aktarım sonunda harman dövme işlemi tamamlanır. Sıra samanların rüzgarın eseceği yöne göre harmanın uygun yerine toplanmasına gelir. Toplama işini “te” şeklinde “sıyırgı” denilen araçla, öküz ve insan gücü ile yapılır. Bu toplanan ekin yığınağına “tınaz” denir. Rüzgar esmeye başladığında, tınaz dirgenlerle havaya savrulmaya başlanır. Bu savurma esnasında rüzgarın gücü ile saman ileriye, buğday taneleri de samandan geriye düşer. Bu işleme “tınaz savurma” denir. Rüzgar durduğunda savurma da durur, rüzgarın esmesi beklenir,
Savurma işlemi bittikten sonra, harmanda işbölümü hemen yapılır. Birileri samanı samanlığa doldururken, birileri de “çeç” denen buğday tanelerini kalburdan geçirir. Genellikle buğday tanelerinin dizili olduğu başakların parçaları vardır kalbur üstünde kalan. Bu işlemler sonunda kalbur üstünde kalanlar pek kıymetli değildir ama, toplumumuzda “kalbur üstü kişiler” kıymetli kişilerdir. Harmanın sonunda üzerinde “camel” yazan ve deve resmi olan gaz tenekeleri devreye girer.
Bu tenekelerden bahsetmeden geçmek olmaz. Bu tenekeler o dönemde insanların aydınlanmak için (ışık) idare denilen araçlarında kullandıkları gazyağı tenekeleridir. İdareler,, bugünün “Molotof” kokteylleridir. Bu tenekeler yıllarca Türk Köylülerinin hizmetinde kullanılmıştır. Halk arasında bunlarla yapılan çok işler vardır. Bu tenekelerle harmanda dolum ve ölçüm işleri yapılır. Halk arasında bir teneke dolusu buğdaya “bir yarım” buğday denir. Bu tenekeler çamaşır yıkamada, su taşımada, su ısıtmada çeşitli işlerde yıllarca kullanıldı. Plastik kapların yaygınlaşması ve gazyağı ihtiyacı azalması nedeniyiyle tenekeler kullanılmaz oldu.
Bu tenekeler, bizim evimizde “devrim” aracı oldu. 1963 yılı sonbaharıydı. Dedem, babam, amcam bu tenekelerden soba ve borularını yaptılar. O zamana kadar bugün “şömine” denen ocaklarda ısınırdık. Bu ocaklar sadece ısınmak için değil, tüm pişirilen yiyeceklerin yapıldığı yerdi. Kış soğuklarında ocaktan ısınmaya çalışırdık, küçük çocukları, büyükler kucağına alır ısıtmaya çalışırlardı, ocak devamlı yanmasına rağmen odanın içini tam ısıtması mümkün değildi. İşte böyle bir ortamda yapılan teneke soba yanan ateşi evimizin ortasına getirmişti. Borusunu da bacaya bağlamışlardı. Evin ortasında sobada yanan ateşin etrafında toplandığımız da duyduğum sevinci anlatamam. Kedilerimiz de gözleri kapalı ısınıyorlardı.
Harmanda buğday eleklerden geçilince çuvallamaya hazır demektir. Çuvallar kasabadan boş satın alınma, kesme şeker ya da yetmiş kilogramlık un çuvallarıdır. İçleri dolar boşalır.
Ekilen bir teneke (yaklaşık 16-17 Kg .) buğdaya karşılık 3-5 teneke buğday üretilirdi.( Dünya standartları 1 teneke buğdaya 10 teneke buğday)
Bir harmandan harmanın büyüklüğüne göre on-yirmi teneke buğday alınır. Çuvallar yağmurdan korunabilecek bir yere konulur. Bir iki harman sonunda elde edilen buğdaylar çuvallarla öküz arabalarına yüklenerek köyümüzün yakınından geçen Ulus çayına yıkanmak üzere götürülür. O aylarda (Ağustos-Eylül) çayda su az miktarda akar. Uygun yer seçilir, tabana çul serilerek yan tarafarı taş ile çevrilip elips bir tava oluşturulur. Su üst taraftan girer alt ucundan çıkar. Harmandan getirilen buğdaylar bu su tavasının içine tek tek boşaltılır. Buğdayın içinde, buğday olmayan sap ve başak kısımları hafif oldukları için suyun üstüne çıkar. Bu konuda uzmanlaşmış kadınlar bu su yüzüne çıkan çer-çöpü kalburla alır bir kenara koyar. Bu kısım atılmaz, hayvan yemi olarak kullanılr.
Bu yöntemlerle çaya götürülen buğdaylar yıkanarak tekrar çuvallanıp yaş olarak eve getirilir.
Yaş olarak getirilen buğdaylar hemen, sergi(evlere bitişik her türlü güneşte kurutulacak yiyeceklerin yapıldığı yer) ya da yere serilen çullar üzerine kurması için serilir. Uzun süre yaş olarak çuvallarda kalırsa bozulur, nişasta olur.
Buğdaylar kurutuluken akşamları serili olduğu çul içinde kenarlarından içeriye doğru toplanıp üstü kapatılır. Gece çiğden ıslanmasın diye. Sabahleyin tekrar serilir. Geceleri başıboş hayvanlardan ve hırsızlardan korumak için sergi yanında yatılır.
Kurutma işlemi güneşin durumuna bağlıdır. İyi güneş alırsa çabuk, almazsa geç kurur. Birkaç günde kuruyan buğdaylar ambarlara depolanır.
Toprağa dayalı yaşam biçiminde köylünün işi dört mevsim çalışmaktır. Yani; çileli bir yaşam biçimidir.
Kurutularak ambara konulan buğdaylar ihtiyaç olduğu zaman un yapılması için değirmene götürülmesi gerekir. Genellikle kadınlar iki veya üç teneke buğdayı çuvallara koyarak, ilerle sırtlarına yüklenip değirmene götürürler.
Değirmen su değirmenidir. Bizim mahallemizin buğday ya da mısırları Ağaköy de “Concoğ” ya da “Gara Seyin”’in değirmenlerinden birisinde öğütülürdü. Değirmeni değiştirdiğinizde diğer değirmenci gücenirdi.
Bugün sadece temelleri kalan bu su değirmenlerinden de bahsetmeden geçmeyelim. Yaklaşık bir, bir buçuk kilometre uzaklıkta, Ulus Çayından bir bentle (Suyun önüne kazıklar çakılıp, ağaç dalları ve taşlarla baraj şeklinde yapılan, suyun arka doğru akması için su seviyesini yükselten yer) alınan sular, değirmen arkı dediğimiz arklarla değirmenin oluk başına gelir. Su eğik oluktan hızla akarak, oluğun ucundaki poyradan fışkırarak, değirmenin çarkını döndürür. Bu çarka bağlı olan üst değirmen taşı dönerek, alttaki sabit taşla arasına dökülen buğdayı un haline getirir. Bu taşların ayarları, dişlerinin yenilenmesi değirmenciler tarafından yapılır.
Değirmeni durdurmak için oluk başındaki “savak” denilen ağaçtan yapılı düzenek ile suyun oluk başından yan tarafa boşa akıtılmasıyla değirmenin dönmesi durur.
Gara Seyin’in değirmeni tek, Concoğ değirmeni iki katlıydı. Bu değirmenlerde Çuvalları koymaya yerlerle, değirmende bekleyenlerin kalmaları için birer ocaklı odalar bulunur. Yakın yerlerden gelenler çuvallarını sıraya koyup döner, uzak köylerden gelenler değirmende yatmaları gerekebilir.
Çuvalların karışmaması için okuma-yazma bilenler isim yazar, okuma yazma bilmeyenler de kopya kalemi ya da odun kömürü ile çuvallarına işaret koyarlar.
Değirmenci, sırası gelen çuvalları tekneye boşaltır, buğday ya da mısır tekneye konulduktan sonra tekneden değirmenci ölçeği ile “hak” alır. Un olan buğdayı çuvalına doldurup kenara koyar.
Değirmende gün boyu kalanlar bazen karınlarını doyurmak için un teknesinden elenmeden alınan buğdayı yoğurur, mayalamadan geniş ot yaprakların sarıp ocaktaki kızgın ağaç külüne gömerler. Bu kömecin adı “kül kömecidir” biraz küllü olur ama, tadına doyum olmaz
Bu yazıyı yazmamın amacı uzun
yıllar toprağa bağlı yaşam biçimimizin sona erip son otuz-kırk yılda üretim
biçimleri ve yaşam koşullarının çok
gelişmesi ve değişmesi.
Günümüzde, yediğimiz ekmeğin
nasıl yapıldığını bilmeyenler var.
Anlatacağım üretim biçimi,
tamamen insan ve hayvan gücüne dayalıdır.
Ekmeğin nasıl yapıldığını
buğday ekiminden başlayarak anlatmaya çalışacağım. (Mısırdan da ekmek aynı
yöntemlerle yapılıyordu, mısır ve buğday unu karıştırılarak da ekmek yapılır)
Yöremizde Ekim ayı
başlangıcında tarlalar buğday ekmeye hazırlanır. Önce buğday /Ekin ekilecek
tarlalardaki çalılar ve dikenler kadınlar tarafından kazma ile kesilir uygun
bir yerde, genellikle yakılarak yok edilir. Yöremizde tarlalar, ormanı yok ederek oluştuğundan, o tarlalardaki orman halindeki
ağaçların toprakta kalan kökleri her yıl yeni filizler verir, çalı dediğimiz bu
filizledir. Eğer tarla üç-beş yıl ekilmezse eski doğal haline döner. Kesilen
ağaçlar yeniden tarlayı daha gür şekilde kaplar.
Ekin ekebilmek için önce yağmur yağması,
yağmurdan sonra toprağın sürmeye uygun (TAV) hale gelmesi beklenir. Genellikle
köylüler bu zamanı birlikte bekler,ya da birisi ekmeye başladığında diğer
komşular da ekmeye başlarlardı. Bu arada tarlalar tav bakımından farklılıklar
gösterebilir, tarlanın bayırda veya düzde olması, güneyde ya da kuzeyde, düz ya
da bayır olması önemli. Ekin ekildiği sırada toprak çamurlu ya da kuru
olmamalıdır. Düz araziler en son ekilir.
Toprak bulgur gibi olmalıdır en iyi ekim için.
Hava şartları oluştuğunda
çalı ve dikenleri kesilerek ekime hazırlanan tarlalar öküzler gücü ile kara
sabanla(Tamamen ağaçtan yapılı, toprağı deviren kısmında saban demiri denilen
demir vardır) ekilmeye başlar. Önce tarla öküzlere boyunduruk ile koşulu olan
sabanla bir kenarından veya alt ucundan başlanılarak evlek ( yaklaşık 1000M2
alan, 16-17 kg
buğday tohumu atılır) çizilir. Bu çizilen evleğin içine geçen yılın ünlerinden
tohumluk için ayrılan buğday el ile
tarlaya saçılır. Sonra bu evlek
sürülerek ekim bitirilir yeni evlekler çizilip tohumlanarak ekime devam edilir.
Bu şekilde tarla ekildikten sonra tarlanın durumuna göre yağmur ve kar
sularının ekili tarlaya çok zarar vermemesi için suların akacağı arklar çizilir
sabanla. İşte bu işlemler deneyim gerektirir. Tarlayı eken kişi tarlanın
eğimini, suyun akacağı yönü iyi tespit etmesi gerekir.
Ekim bittikten sonra sonbahar
yağmurlarıyla toprakla buluşan buğday
tohumları çimlenerek filiz vermeye başlar, ekili tarlalar yeşile bürünür.
Kış soğuklarında ekinlerin
büyümesi durur, kökleri derinde olduğu için donmaz, zarar görmez. Toprak
yüzündeki filizler zarar görse de toprak içinde bulunan gövdeler bahar gelip
toprak ısındığında yeni filizler vererek ekin tarlası daha da gür hale gelir.
Yöremizde buğday ve mısır
dönüşümlü olarak ekilir. Bir yıl buğday ekilen yere ertesi yıl mısır ekilir.
Tarlalar genellikle aynı köylülerin olduğu için belirli bölgeler buğday ve
mısır için ayrılır her yıl aynı yerlerde aynı dönüşümle ekim yapılır.
Nisan ve Mayıs aylarında
ekinler boy atarak yükselmeye başlar. Boylanan buğdaylar rüzgar estiğinde deniz
gibi dalgalanır. Bu dalgalanmaya halk arasında “ekinler davşanlıyor” denir.
Mayıs aylarında yeterli boya
ulaşan ekinler başak çıkarmaya başlar. Başakların içi önce süt ile dolar, bu
başaklar olgunlaşmaya başladığında önce süt halinde olan taneler sertleşmeye
başlar. Haziran ayında sıcaklarla birlikte
ekin tarlaları sararmaya başlar. Olgunlaşan başaklar ekilen buğdayın
cinsine göre bir kısmı boyun eğer, olgunlaşma tamamlanmıştır.
Haziran ayının sonuna doğru
yoğun çalışma başlar, bu çalışmada asıl işi yapan kadınlar ve genç kızlardır.
Olgunlaşan ekinler el ile orak denilen eğri ve keskin,
ağaç saplı bir aletle,
eğilerek yare yakın yerden, bir elle tutulup diğer eldeki orakla kökleri
kesilir, kesilen buğdaylar öbek öbek tarlaya bırakılır. Başaklar hırpalanıp
zarar görmemesi gerekir.
Ekin biçmeye de, aynı ekin
ekme gibi tarlanın alt kısmından ya da düz ise bir kenarından başlanır. Bir yerden başlanarak ekin biçilen
alana “çıkım” denir. Gün içinde biçilen ekinler, hava yağmur yağacak gibi
değilse ertesi günü sabah erkenden biçime başlamadan önce “deste” bağlanır.
Deste bağlanan kuşak ekinlerden yapılır. İki boy ekin önce başaklarının
altından birbirine bağlanır, bağlanan bu
ekinler yere konulup öbek halindeki biçilmiş buğdaylar kucakla kuşak üzerine
konulup toparlanarak sıkılır, kuşakların diğer uçları da bağlanır. Deste
bağlama işi bittikten sonra, bağlanan bu desteleri tarlanın uygun bir yerinde
toplamak gerekir. Bu yer öküz arabalarının rahatça gelip destelerin arabaya
yükleneceği bir alandır. Bu alana getirilen desteler ay biçiminde başaklar
dışarı, kök kısımları içeri gelecek şekilde üst üste yığılır. Buna “ağıl”
denir.
Bu ağılların ay biçiminde
yapılma nedeni, bu aşamada yağmur yağma olasılığı varsa ekinler bu ağılın
ortasında yığın yapılır. Yığın halindeyken buğdaylar ıslanmaz. Yığın yapmak ta
ustalık ister. Her ailede bu işi en iyi yapanlar genellikle erkeklerdir.
Orak biçme, imece usulü
yardımlaşarak da yapılır. Orak biçmede
kadınlar bazen hem orak biçer hem de türküler söyler.
Orak
biçme işi bittikten sonra orak biçmeyi bitiren kişinin başına gelenek gereği dikenden yapılan (Dikenlik) halka
geçirilir.
Sıra
ekin destelerinin harmana taşınmasına gelir. Harmanlar köyde genellikle evlere
yakın yerlerdedir. Bu harman ve samanlıklar yapılırken hakim rüzgarlarda dikkate alınarak yerleri
seçilmiştir. Çünkü saman ile tanenin birbirinden ayrılması için rüzgara ihtiyaç
vardır. Samanlıklar, harmanda işlenen buğday saplarının, saman olarak depolandığı
basit binalardır. Samanlığın hemen önünde on-onbeş metre çapında toprak zeminli
yuvarlak bir alan vardır, harman bu alandır.
Tarlalardan
iki ya da dört tekerlekli öküz arabaları ile harmana getirilen desteler mutlaka
yığın yapılır. Çünkü harman zamanına kadar yağmurlardan korunması için yığın
yapılması gerekir. Bu yığınlar bir harmanlık olur. Ailenin bütün ekinleri
harman etrafına taşınıp yığın yapıldıktan sonra sıra harman dövme işine gelir.
Önce
harmanda kullanılacak olan araçların bakım ve onarımı yapılır. Düven denilen
araçlar, genellikle çam ya da köknar ağaçlarından yapılmış beş cm. kalınlıkta
uç tarafları yukarıya eğik iki kalasın birbirine ağaç ile çakılarak
oluşturulmuş araçlardır. Düvenin alt kısmı “düven dişi” denilen sert taşlardan
parçalanarak özel yapılmış taşlardır. Açılan oyuklara bu taşlar yerleştirilir.
Harmana serilen buğday saplarını bu dişler parçalar.
Harmanda
kullanılan diğer araçlar, dirgen (makbülü kızılcık ağacından yapılandır) sapan
gibi, iki sivriltilmiş ve sivri uçları
yukarı doğru eğilmiş vaziyettedir. Ekin saplarını karıştırmaya ve savurmaya yarar.
Yaba da harmanda kullanılan gerekli araçlardan biridir. Yaba kürek biçiminde
ağaçtan yapılmış bir araçtır. Yabanında uç tarafında dört tane parmağı vardır,
bu parmaklarda hafif yukarı eğiktir. Öküzler harmanda düven çekerken dışkıladıkları
zaman, düven üzerinde harman süren kişi yabayı öküzlerin arkasına tutar
hayvanların dışkıları yabanın içine düşer ve harmandan dışarı atılır. Sidikleri
samana karışır. Diğer bir harman aleti de kalburdur. Bu kalburun davul gibi
kasnağı vardır, köknar ağacından yapılmadır. Bir tarafı hayvan derisinden
yapılmış ince sırımlarla yaklaşık 1
cm genişliğinde gözler oluşturularak örülüdür. Harman
sonunda işe yaramaktadır.
Havanın durumuna göre akşamdan karar verilip
harman yapılacaksa, hazırlıklar yapılır.
Harman yeri çalı süpürgeleri ile süpürülür. Düvende eksik dişler varsa
tamamlanır.
Hane
halkı sabah güneş doğmadan kalkar, harmana iner. Ailede küçük-büyük herkese iş
vardır. Önce harmanı yapılacak ekin yığınını üstüne bir kişi çıkar. Ekin
destelerini harmana atar. Harmanda bulunan kişiler ekin destelerinin
kuşaklarını çözerek ekinleri harmana bir köşeden başlayarak yayarlar. Ekin
yığınının tamamı harmana serilir, sabah kahvaltısı yapılarak düvenler
zincirlerle hayvanların boyunduruğundaki kayışlı halkaya bağlanır. Bir veya iki
çift öküzle harman “dövmeye” (Öküzlerin düvenleri çekmesi) başlanır. Eğer
öküzler ilk defa harmanda kullanılıyorsa, başlarına ip takılıp bir kişi önden
öküzleri çekerek öküzleri alıştırır. Asıl kumanda düvenin üzerinde bulunan
kişidedir. Çocuklar için en zevkli olaylardan birisi düvene binmektir. Düvenin atındaki
taştan dişler, üzerindeki ağırlıkların baskısıyla sapları kesmeye başlar.
Başakların içindeki buğday taneleri de oluşan samanın arasına dökülür.
Ekinlerin üzerine hayvan gücü ile
dolaştırılan düvenin altındaki saplar, saman olmaya başlar. Altta kalan saplar
ezilmez. Üst kısım belli kıvama geldiğinde, düvenler ve öküzler kenara
çekilerek, öküzlere su ve yiyecek( alaf) verilir. Öküzler alaflarını yerken,
harman dirgenlerle alt-üst edilmeye başlanır. Bu işleme “harman aktarma” denir.
Harmanın tümü aktarıldıktan sonra yine düvenlerle harman dövmeye devam edilir.
Yeter
olgunluğa ulaşılınca yine düvenler kenara çekilip harman aktarılır. Bu tekrarlama
sürelerine “aktarım” denir. Öğlen sıcağına doğru harman olgunlaşmaya başlar.
Hayvanların yorgunlukları dillerini çıkararak dönmelerinden bellidir. Öğlen
yemeği harmanın kenarındaki meyve ağaçlarının gölgesinde yenir. Harmanda hızlı
çalışmak esastır. Akşamüzeri esecek rüzgar zamanına kadar harman toplanmalıdır.
Akşama buğdaylar çuvala, saman, samanlığa konulmalıdır.
Ekinlerin
durumuna göre beş ya da altı aktarım sonunda harman dövme işlemi tamamlanır.
Sıra samanların rüzgarın eseceği yöne göre harmanın uygun yerine toplanmasına
gelir. Toplama işini “te” şeklinde “sıyırgı” denilen araçla, öküz ve insan gücü
ile yapılır. Bu toplanan ekin yığınağına
“tınaz” denir. Rüzgar esmeye başladığında, tınaz dirgenlerle havaya savrulmaya
başlanır. Bu savurma esnasında rüzgarın gücü ile saman ileriye, buğday taneleri
de samandan geriye düşer. Bu işleme “tınaz savurma” denir. Rüzgar durduğunda
savurma da durur, rüzgarın esmesi beklenir,
Savurma
işlemi bittikten sonra, harmanda işbölümü hemen yapılır. Birileri samanı
samanlığa doldururken, birileri de “çeç” denen buğday tanelerini kalburdan
geçirir. Genellikle buğday tanelerinin dizili olduğu başakların parçaları
vardır kalbur üstünde kalan. Bu işlemler sonunda kalbur üstünde kalanlar pek
kıymetli değildir ama, toplumumuzda “kalbur üstü kişiler” kıymetli kişilerdir.
Harmanın sonunda üzerinde “camel” yazan ve deve resmi olan gaz tenekeleri
devreye girer.
Bu tenekelerden bahsetmeden geçmek olmaz. Bu
tenekeler o dönemde insanların aydınlanmak için (ışık) idare denilen araçlarında kullandıkları gazyağı
tenekeleridir. İdareler,, bugünün “Molotof” kokteylleridir. Bu tenekeler
yıllarca Türk Köylülerinin hizmetinde kullanılmıştır. Halk arasında bunlarla
yapılan çok işler vardır. Bu tenekelerle
harmanda dolum ve ölçüm işleri yapılır. Halk arasında bir teneke dolusu buğdaya “bir yarım” buğday denir. Bu
tenekeler çamaşır yıkamada, su taşımada, su ısıtmada çeşitli işlerde yıllarca kullanıldı. Plastik kapların
yaygınlaşması ve gazyağı ihtiyacı azalması nedeniyiyle tenekeler kullanılmaz oldu.
Bu
tenekeler, bizim evimizde “devrim” aracı oldu. 1963 yılı sonbaharıydı. Dedem,
babam, amcam bu tenekelerden soba ve borularını yaptılar. O zamana kadar bugün
“şömine” denen ocaklarda ısınırdık. Bu ocaklar sadece ısınmak için değil, tüm
pişirilen yiyeceklerin yapıldığı yerdi. Kış soğuklarında ocaktan ısınmaya
çalışırdık, küçük çocukları, büyükler kucağına alır ısıtmaya çalışırlardı, ocak
devamlı yanmasına rağmen odanın içini tam ısıtması mümkün değildi. İşte böyle
bir ortamda yapılan teneke soba yanan ateşi evimizin ortasına getirmişti.
Borusunu da bacaya bağlamışlardı. Evin ortasında sobada yanan ateşin etrafında
toplandığımız da duyduğum sevinci anlatamam. Kedilerimiz de gözleri kapalı
ısınıyorlardı.
Harmanda
buğday eleklerden geçilince çuvallamaya hazır demektir. Çuvallar kasabadan boş satın alınma, kesme şeker ya da
yetmiş kilogramlık un çuvallarıdır. İçleri dolar boşalır.
Ekilen bir teneke (yaklaşık 16-17 Kg .) buğdaya karşılık 3-5
teneke buğday üretilirdi.( Dünya standartları 1 teneke buğdaya 10 teneke
buğday)
Bir
harmandan harmanın büyüklüğüne göre on-yirmi teneke buğday alınır. Çuvallar
yağmurdan korunabilecek bir yere konulur. Bir iki harman sonunda elde edilen
buğdaylar çuvallarla öküz arabalarına yüklenerek köyümüzün yakınından geçen
Ulus çayına yıkanmak üzere götürülür. O
aylarda (Ağustos-Eylül) çayda su az miktarda akar. Uygun yer seçilir, tabana
çul serilerek yan tarafarı taş ile çevrilip elips bir tava oluşturulur. Su üst
taraftan girer alt ucundan çıkar. Harmandan getirilen buğdaylar bu su tavasının
içine tek tek boşaltılır. Buğdayın içinde, buğday olmayan sap ve başak
kısımları hafif oldukları için suyun üstüne çıkar. Bu konuda uzmanlaşmış
kadınlar bu su yüzüne çıkan çer-çöpü kalburla alır bir kenara koyar. Bu kısım atılmaz, hayvan
yemi olarak kullanılr.
Bu
yöntemlerle çaya götürülen buğdaylar yıkanarak tekrar çuvallanıp yaş olarak eve
getirilir.
Yaş
olarak getirilen buğdaylar hemen, sergi(evlere bitişik her türlü güneşte
kurutulacak yiyeceklerin yapıldığı yer) ya da yere serilen çullar üzerine
kurması için serilir. Uzun süre yaş olarak çuvallarda kalırsa bozulur, nişasta
olur.
Buğdaylar
kurutuluken akşamları serili olduğu çul içinde kenarlarından içeriye doğru
toplanıp üstü kapatılır. Gece çiğden ıslanmasın diye. Sabahleyin tekrar
serilir. Geceleri başıboş hayvanlardan ve hırsızlardan korumak için sergi
yanında yatılır.
Kurutma
işlemi güneşin durumuna bağlıdır. İyi güneş alırsa çabuk, almazsa geç
kurur. Birkaç günde kuruyan buğdaylar
ambarlara depolanır.
Toprağa
dayalı yaşam biçiminde köylünün işi dört mevsim çalışmaktır. Yani; çileli bir
yaşam biçimidir.
Kurutularak
ambara konulan buğdaylar ihtiyaç olduğu
zaman un yapılması için değirmene götürülmesi gerekir. Genellikle kadınlar iki
veya üç teneke buğdayı çuvallara koyarak, ilerle sırtlarına yüklenip değirmene
götürürler.
Değirmen
su değirmenidir. Bizim mahallemizin buğday ya da mısırları Ağaköy de “Concoğ”
ya da “Gara Seyin”’in değirmenlerinden birisinde öğütülürdü. Değirmeni
değiştirdiğinizde diğer değirmenci gücenirdi.
Bugün
sadece temelleri kalan bu su değirmenlerinden de bahsetmeden geçmeyelim.
Yaklaşık bir, bir buçuk kilometre uzaklıkta, Ulus Çayından bir bentle (Suyun
önüne kazıklar çakılıp, ağaç dalları ve taşlarla baraj şeklinde yapılan, suyun
arka doğru akması için su seviyesini yükselten yer) alınan sular, değirmen arkı
dediğimiz arklarla değirmenin oluk başına gelir. Su eğik oluktan hızla akarak,
oluğun ucundaki poyradan fışkırarak, değirmenin çarkını döndürür. Bu çarka
bağlı olan üst değirmen taşı dönerek, alttaki sabit taşla arasına dökülen
buğdayı un haline getirir. Bu taşların ayarları, dişlerinin yenilenmesi
değirmenciler tarafından yapılır.
Değirmeni
durdurmak için oluk başındaki “savak” denilen ağaçtan yapılı düzenek ile suyun
oluk başından yan tarafa boşa akıtılmasıyla değirmenin dönmesi durur.
Gara
Seyin’in değirmeni tek, Concoğ değirmeni iki katlıydı. Bu değirmenlerde
Çuvalları koymaya yerlerle, değirmende bekleyenlerin kalmaları için birer
ocaklı odalar bulunur. Yakın yerlerden gelenler çuvallarını sıraya koyup döner,
uzak köylerden gelenler değirmende yatmaları gerekebilir.
Çuvalların
karışmaması için okuma-yazma bilenler isim yazar, okuma yazma bilmeyenler de
kopya kalemi ya da odun kömürü ile çuvallarına işaret koyarlar.
Değirmenci,
sırası gelen çuvalları tekneye boşaltır, buğday ya da mısır tekneye konulduktan
sonra tekneden değirmenci ölçeği ile “hak” alır. Un olan buğdayı çuvalına
doldurup kenara koyar.
Değirmende gün boyu kalanlar bazen karınlarını doyurmak için un
teknesinden elenmeden alınan buğdayı yoğurur, mayalamadan geniş ot yaprakların
sarıp ocaktaki kızgın ağaç külüne gömerler. Bu kömecin adı “kül kömecidir” biraz
küllü olur ama, tadına doyum olmaz
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)