4 Mart 2015 Çarşamba

2 Mart 2015 Pazartesi

Ekmek Kavgası

EKMEK KAVGASI

2 Mart 2015 Pazartesi


EKMEK KAVGASI
Bu yazıyı yazmamın amacı uzun yıllar toprağa bağlı yaşam biçimimizin sona erip son otuz-kırk yılda üretim biçimleri ve yaşam koşullarının  çok gelişmesi ve değişmesi.
Günümüzde, yediğimiz ekmeğin nasıl yapıldığını bilmeyenler  var.
Anlatacağım üretim biçimi, tamamen insan ve hayvan gücüne dayalıdır.
Ekmeğin nasıl yapıldığını buğday ekiminden başlayarak anlatmaya çalışacağım. (Mısırdan da ekmek aynı yöntemlerle yapılıyordu, mısır ve buğday unu karıştırılarak da ekmek yapılır)
Yöremizde Ekim ayı başlangıcında tarlalar buğday ekmeye hazırlanır. Önce buğday /Ekin ekilecek tarlalardaki çalılar ve dikenler kadınlar tarafından kazma ile kesilir uygun bir yerde, genellikle yakılarak yok edilir.  Yöremizde tarlalar, ormanı yok ederek  oluştuğundan, o tarlalardaki orman halindeki ağaçların toprakta kalan kökleri her yıl yeni filizler verir, çalı dediğimiz bu filizledir. Eğer tarla üç-beş yıl ekilmezse eski doğal haline döner. Kesilen ağaçlar yeniden tarlayı daha gür şekilde kaplar.
 Ekin ekebilmek için önce yağmur yağması, yağmurdan sonra toprağın sürmeye uygun (TAV) hale gelmesi beklenir. Genellikle köylüler bu zamanı birlikte bekler,ya da birisi ekmeye başladığında diğer komşular da ekmeye başlarlardı. Bu arada tarlalar tav bakımından farklılıklar gösterebilir, tarlanın bayırda veya düzde olması, güneyde ya da kuzeyde, düz ya da bayır olması önemli. Ekin ekildiği sırada toprak çamurlu ya da kuru olmamalıdır. Düz araziler en  son ekilir. Toprak bulgur gibi olmalıdır en iyi ekim için.
Hava şartları oluştuğunda çalı ve dikenleri kesilerek ekime hazırlanan tarlalar öküzler gücü ile kara sabanla(Tamamen ağaçtan yapılı, toprağı deviren kısmında saban demiri denilen demir vardır) ekilmeye başlar. Önce tarla öküzlere boyunduruk ile koşulu olan sabanla bir kenarından veya alt ucundan başlanılarak evlek ( yaklaşık 1000M2 alan, 16-17 kg buğday tohumu atılır) çizilir. Bu çizilen evleğin içine geçen yılın ünlerinden tohumluk için ayrılan  buğday el ile tarlaya  saçılır. Sonra bu evlek sürülerek ekim bitirilir yeni evlekler çizilip tohumlanarak ekime devam edilir. Bu şekilde tarla ekildikten sonra tarlanın durumuna göre yağmur ve kar sularının ekili tarlaya çok zarar vermemesi için suların akacağı arklar çizilir sabanla. İşte bu işlemler deneyim gerektirir. Tarlayı eken kişi tarlanın eğimini, suyun akacağı yönü iyi tespit etmesi gerekir.
Ekim bittikten sonra sonbahar yağmurlarıyla toprakla buluşan  buğday tohumları çimlenerek filiz vermeye başlar, ekili tarlalar yeşile bürünür.
Kış soğuklarında ekinlerin büyümesi durur, kökleri derinde olduğu için donmaz, zarar görmez. Toprak yüzündeki filizler zarar görse de toprak içinde bulunan gövdeler bahar gelip toprak ısındığında yeni filizler vererek ekin tarlası daha da gür hale gelir.
Yöremizde buğday ve mısır dönüşümlü olarak ekilir. Bir yıl buğday ekilen yere ertesi yıl mısır ekilir. Tarlalar genellikle aynı köylülerin olduğu için belirli bölgeler buğday ve mısır için ayrılır her yıl aynı yerlerde aynı dönüşümle ekim yapılır.
Nisan ve Mayıs aylarında ekinler boy atarak yükselmeye başlar. Boylanan buğdaylar rüzgar estiğinde deniz gibi dalgalanır. Bu dalgalanmaya halk arasında “ekinler davşanlıyor”  denir.
Mayıs aylarında yeterli boya ulaşan ekinler başak çıkarmaya başlar. Başakların içi önce süt ile dolar, bu başaklar olgunlaşmaya başladığında önce süt halinde olan taneler sertleşmeye başlar. Haziran ayında sıcaklarla birlikte  ekin tarlaları sararmaya başlar. Olgunlaşan başaklar ekilen buğdayın cinsine göre bir kısmı boyun eğer, olgunlaşma tamamlanmıştır.
Haziran ayının sonuna doğru yoğun çalışma başlar, bu çalışmada asıl işi yapan kadınlar ve genç kızlardır. Olgunlaşan ekinler el ile orak denilen eğri ve keskin,
ağaç saplı bir aletle, eğilerek yare yakın yerden, bir elle tutulup diğer eldeki orakla kökleri kesilir, kesilen buğdaylar öbek öbek tarlaya bırakılır. Başaklar hırpalanıp zarar görmemesi gerekir.
Ekin biçmeye de, aynı ekin ekme gibi tarlanın alt kısmından ya da düz ise bir kenarından  başlanır. Bir yerden başlanarak ekin biçilen alana “çıkım” denir. Gün içinde biçilen ekinler, hava yağmur yağacak gibi değilse ertesi günü sabah erkenden biçime başlamadan önce “deste” bağlanır. Deste bağlanan kuşak ekinlerden yapılır. İki boy ekin önce başaklarının altından  birbirine bağlanır, bağlanan bu ekinler yere konulup öbek halindeki biçilmiş buğdaylar kucakla kuşak üzerine konulup toparlanarak sıkılır, kuşakların diğer uçları da bağlanır. Deste bağlama işi bittikten sonra, bağlanan bu desteleri tarlanın uygun bir yerinde toplamak gerekir. Bu yer öküz arabalarının rahatça gelip destelerin arabaya yükleneceği bir alandır. Bu alana getirilen desteler ay biçiminde başaklar dışarı, kök kısımları içeri gelecek şekilde üst üste yığılır. Buna “ağıl” denir.
Bu ağılların ay biçiminde yapılma nedeni, bu aşamada yağmur yağma olasılığı varsa ekinler bu ağılın ortasında yığın yapılır. Yığın halindeyken buğdaylar ıslanmaz. Yığın yapmak ta ustalık ister. Her ailede bu işi en iyi yapanlar genellikle erkeklerdir.
Orak biçme, imece usulü yardımlaşarak da yapılır.  Orak biçmede kadınlar bazen hem orak biçer hem de türküler söyler.
Orak biçme işi bittikten sonra orak biçmeyi bitiren kişinin  başına gelenek  gereği dikenden yapılan (Dikenlik) halka geçirilir.
Sıra ekin destelerinin harmana taşınmasına gelir. Harmanlar köyde genellikle evlere yakın yerlerdedir. Bu harman ve samanlıklar yapılırken  hakim rüzgarlarda dikkate alınarak yerleri seçilmiştir. Çünkü saman ile tanenin birbirinden ayrılması için rüzgara ihtiyaç vardır. Samanlıklar, harmanda işlenen buğday saplarının, saman olarak depolandığı basit binalardır. Samanlığın hemen önünde on-onbeş metre çapında toprak zeminli yuvarlak bir alan vardır, harman bu alandır.
Tarlalardan iki ya da dört tekerlekli öküz arabaları ile harmana getirilen desteler mutlaka yığın yapılır. Çünkü harman zamanına kadar yağmurlardan korunması için yığın yapılması gerekir. Bu yığınlar bir harmanlık olur. Ailenin bütün ekinleri harman etrafına taşınıp yığın yapıldıktan sonra sıra harman dövme işine gelir.
Önce harmanda kullanılacak olan araçların bakım ve onarımı yapılır. Düven denilen araçlar, genellikle çam ya da köknar ağaçlarından yapılmış beş cm. kalınlıkta uç tarafları yukarıya eğik iki kalasın birbirine ağaç ile çakılarak oluşturulmuş araçlardır. Düvenin alt kısmı “düven dişi” denilen sert taşlardan parçalanarak özel yapılmış taşlardır. Açılan oyuklara bu taşlar yerleştirilir. Harmana serilen buğday saplarını bu dişler parçalar.
Harmanda kullanılan diğer araçlar, dirgen (makbülü kızılcık ağacından yapılandır) sapan gibi, iki sivriltilmiş ve  sivri uçları yukarı doğru eğilmiş vaziyettedir. Ekin saplarını karıştırmaya ve savurmaya yarar. Yaba da harmanda kullanılan gerekli araçlardan biridir. Yaba kürek biçiminde ağaçtan yapılmış bir araçtır. Yabanında uç tarafında dört tane parmağı vardır, bu parmaklarda hafif yukarı eğiktir.  Öküzler harmanda düven çekerken dışkıladıkları zaman, düven üzerinde harman süren kişi yabayı öküzlerin arkasına tutar hayvanların dışkıları yabanın içine düşer ve harmandan dışarı atılır. Sidikleri samana karışır. Diğer bir harman aleti de kalburdur. Bu kalburun davul gibi kasnağı vardır, köknar ağacından yapılmadır. Bir tarafı hayvan derisinden yapılmış ince sırımlarla yaklaşık 1 cm genişliğinde gözler oluşturularak örülüdür. Harman sonunda işe yaramaktadır.
 Havanın durumuna göre akşamdan karar verilip harman yapılacaksa, hazırlıklar yapılır.  Harman yeri çalı süpürgeleri ile süpürülür. Düvende eksik dişler varsa tamamlanır.
Hane halkı sabah güneş doğmadan kalkar, harmana iner. Ailede küçük-büyük herkese iş vardır. Önce harmanı yapılacak ekin yığınını üstüne bir kişi çıkar. Ekin destelerini harmana atar. Harmanda bulunan kişiler ekin destelerinin kuşaklarını çözerek ekinleri harmana bir köşeden başlayarak yayarlar. Ekin yığınının tamamı harmana serilir, sabah kahvaltısı yapılarak düvenler zincirlerle hayvanların boyunduruğundaki kayışlı halkaya bağlanır. Bir veya iki çift öküzle harman “dövmeye” (Öküzlerin düvenleri çekmesi) başlanır. Eğer öküzler ilk defa harmanda kullanılıyorsa, başlarına ip takılıp bir kişi önden öküzleri çekerek öküzleri alıştırır. Asıl kumanda düvenin üzerinde bulunan kişidedir. Çocuklar için en zevkli olaylardan birisi düvene binmektir. Düvenin atındaki taştan dişler, üzerindeki ağırlıkların baskısıyla sapları kesmeye başlar. Başakların içindeki buğday taneleri de oluşan samanın arasına dökülür.
  Ekinlerin üzerine hayvan gücü ile dolaştırılan düvenin altındaki saplar, saman olmaya başlar. Altta kalan saplar ezilmez. Üst kısım belli kıvama geldiğinde, düvenler ve öküzler kenara çekilerek, öküzlere su ve yiyecek( alaf) verilir. Öküzler alaflarını yerken, harman dirgenlerle alt-üst edilmeye başlanır. Bu işleme “harman aktarma” denir. Harmanın tümü aktarıldıktan sonra yine düvenlerle harman dövmeye devam edilir.
Yeter olgunluğa ulaşılınca yine düvenler kenara çekilip harman aktarılır. Bu tekrarlama sürelerine “aktarım” denir. Öğlen sıcağına doğru harman olgunlaşmaya başlar. Hayvanların yorgunlukları dillerini çıkararak dönmelerinden bellidir. Öğlen yemeği harmanın kenarındaki meyve ağaçlarının gölgesinde yenir. Harmanda hızlı çalışmak esastır. Akşamüzeri esecek rüzgar zamanına kadar harman toplanmalıdır. Akşama buğdaylar çuvala, saman, samanlığa konulmalıdır.
Ekinlerin durumuna göre beş ya da altı aktarım sonunda harman dövme işlemi tamamlanır. Sıra samanların rüzgarın eseceği yöne göre harmanın uygun yerine toplanmasına gelir. Toplama işini “te” şeklinde “sıyırgı” denilen araçla, öküz ve insan gücü ile yapılır. Bu toplanan ekin  yığınağına “tınaz” denir. Rüzgar esmeye başladığında, tınaz dirgenlerle havaya savrulmaya başlanır. Bu savurma esnasında rüzgarın gücü ile saman ileriye, buğday taneleri de samandan geriye düşer. Bu işleme “tınaz savurma” denir. Rüzgar durduğunda savurma da durur, rüzgarın esmesi beklenir,
Savurma işlemi bittikten sonra, harmanda işbölümü hemen yapılır. Birileri samanı samanlığa doldururken, birileri de “çeç” denen buğday tanelerini kalburdan geçirir. Genellikle buğday tanelerinin dizili olduğu başakların parçaları vardır kalbur üstünde kalan. Bu işlemler sonunda kalbur üstünde kalanlar pek kıymetli değildir ama, toplumumuzda “kalbur üstü kişiler” kıymetli kişilerdir. Harmanın sonunda üzerinde “camel” yazan ve deve resmi olan gaz tenekeleri devreye girer.
 Bu tenekelerden bahsetmeden geçmek olmaz. Bu tenekeler o dönemde insanların aydınlanmak için (ışık) idare denilen  araçlarında kullandıkları gazyağı tenekeleridir. İdareler,, bugünün “Molotof” kokteylleridir. Bu tenekeler yıllarca Türk Köylülerinin hizmetinde kullanılmıştır. Halk arasında bunlarla yapılan çok işler vardır.  Bu tenekelerle harmanda dolum ve ölçüm işleri yapılır. Halk arasında bir teneke  dolusu buğdaya “bir yarım” buğday denir. Bu tenekeler çamaşır yıkamada, su taşımada, su ısıtmada çeşitli işlerde  yıllarca kullanıldı. Plastik kapların yaygınlaşması ve gazyağı ihtiyacı azalması nedeniyiyle tenekeler  kullanılmaz oldu.
Bu tenekeler, bizim evimizde “devrim” aracı oldu. 1963 yılı sonbaharıydı. Dedem, babam, amcam bu tenekelerden soba ve borularını yaptılar. O zamana kadar bugün “şömine” denen ocaklarda ısınırdık. Bu ocaklar sadece ısınmak için değil, tüm pişirilen yiyeceklerin yapıldığı yerdi. Kış soğuklarında ocaktan ısınmaya çalışırdık, küçük çocukları, büyükler kucağına alır ısıtmaya çalışırlardı, ocak devamlı yanmasına rağmen odanın içini tam ısıtması mümkün değildi. İşte böyle bir ortamda yapılan teneke soba yanan ateşi evimizin ortasına getirmişti. Borusunu da bacaya bağlamışlardı. Evin ortasında sobada yanan ateşin etrafında toplandığımız da duyduğum sevinci anlatamam. Kedilerimiz de gözleri kapalı ısınıyorlardı.
Harmanda buğday eleklerden geçilince çuvallamaya hazır demektir. Çuvallar  kasabadan boş satın alınma, kesme şeker ya da yetmiş kilogramlık un çuvallarıdır. İçleri dolar boşalır.
 Ekilen bir teneke (yaklaşık 16-17 Kg.) buğdaya karşılık 3-5 teneke buğday üretilirdi.( Dünya standartları 1 teneke buğdaya 10 teneke buğday)
Bir harmandan harmanın büyüklüğüne göre on-yirmi teneke buğday alınır. Çuvallar yağmurdan korunabilecek bir yere konulur. Bir iki harman sonunda elde edilen buğdaylar çuvallarla öküz arabalarına yüklenerek köyümüzün yakınından geçen Ulus çayına yıkanmak  üzere götürülür. O aylarda (Ağustos-Eylül) çayda su az miktarda akar. Uygun yer seçilir, tabana çul serilerek yan tarafarı taş ile çevrilip elips bir tava oluşturulur. Su üst taraftan girer alt ucundan çıkar. Harmandan getirilen buğdaylar bu su tavasının içine tek tek boşaltılır. Buğdayın içinde, buğday olmayan sap ve başak kısımları hafif oldukları için suyun üstüne çıkar. Bu konuda uzmanlaşmış kadınlar bu su yüzüne çıkan çer-çöpü kalburla  alır bir kenara koyar. Bu kısım atılmaz, hayvan yemi olarak kullanılr.
Bu yöntemlerle çaya götürülen buğdaylar yıkanarak tekrar çuvallanıp yaş olarak eve getirilir.
Yaş olarak getirilen buğdaylar hemen, sergi(evlere bitişik her türlü güneşte kurutulacak yiyeceklerin yapıldığı yer) ya da yere serilen çullar üzerine kurması için serilir. Uzun süre yaş olarak çuvallarda kalırsa bozulur, nişasta olur. 
Buğdaylar kurutuluken akşamları serili olduğu çul içinde kenarlarından içeriye doğru toplanıp üstü kapatılır. Gece çiğden ıslanmasın diye. Sabahleyin tekrar serilir. Geceleri başıboş hayvanlardan ve hırsızlardan korumak için sergi yanında yatılır.
Kurutma işlemi güneşin durumuna bağlıdır. İyi güneş alırsa çabuk, almazsa geç kurur.  Birkaç günde kuruyan buğdaylar ambarlara depolanır.
Toprağa dayalı yaşam biçiminde köylünün işi dört mevsim çalışmaktır. Yani; çileli bir yaşam biçimidir.
Kurutularak ambara konulan buğdaylar  ihtiyaç olduğu zaman un yapılması için değirmene götürülmesi gerekir. Genellikle kadınlar iki veya üç teneke buğdayı çuvallara koyarak, ilerle sırtlarına yüklenip değirmene götürürler.
Değirmen su değirmenidir. Bizim mahallemizin buğday ya da mısırları Ağaköy de “Concoğ” ya da “Gara Seyin”’in değirmenlerinden birisinde öğütülürdü. Değirmeni değiştirdiğinizde diğer değirmenci gücenirdi.
Bugün sadece temelleri kalan bu su değirmenlerinden de bahsetmeden geçmeyelim. Yaklaşık bir, bir buçuk kilometre uzaklıkta, Ulus Çayından bir bentle (Suyun önüne kazıklar çakılıp, ağaç dalları ve taşlarla baraj şeklinde yapılan, suyun arka doğru akması için su seviyesini yükselten yer) alınan sular, değirmen arkı dediğimiz arklarla değirmenin oluk başına gelir. Su eğik oluktan hızla akarak, oluğun ucundaki poyradan fışkırarak, değirmenin çarkını döndürür. Bu çarka bağlı olan üst değirmen taşı dönerek, alttaki sabit taşla arasına dökülen buğdayı un haline getirir. Bu taşların ayarları, dişlerinin yenilenmesi değirmenciler tarafından yapılır.
Değirmeni durdurmak için oluk başındaki “savak” denilen ağaçtan yapılı düzenek ile suyun oluk başından yan tarafa boşa akıtılmasıyla değirmenin dönmesi durur.
Gara Seyin’in değirmeni tek, Concoğ değirmeni iki katlıydı. Bu değirmenlerde Çuvalları koymaya yerlerle, değirmende bekleyenlerin kalmaları için birer ocaklı odalar bulunur. Yakın yerlerden gelenler çuvallarını sıraya koyup döner, uzak köylerden gelenler değirmende yatmaları gerekebilir.
Çuvalların karışmaması için okuma-yazma bilenler isim yazar, okuma yazma bilmeyenler de kopya kalemi ya da odun kömürü ile çuvallarına işaret koyarlar.
Değirmenci, sırası gelen çuvalları tekneye boşaltır, buğday ya da mısır tekneye konulduktan sonra tekneden değirmenci ölçeği ile “hak” alır. Un olan buğdayı çuvalına doldurup kenara koyar.
Değirmende gün boyu kalanlar bazen karınlarını doyurmak için un teknesinden elenmeden alınan buğdayı yoğurur, mayalamadan geniş ot yaprakların sarıp ocaktaki kızgın ağaç külüne gömerler. Bu kömecin adı “kül kömecidir”  biraz  küllü olur ama, tadına doyum olmaz
Bu yazıyı yazmamın amacı uzun yıllar toprağa bağlı yaşam biçimimizin sona erip son otuz-kırk yılda üretim biçimleri ve yaşam koşullarının  çok gelişmesi ve değişmesi.
Günümüzde, yediğimiz ekmeğin nasıl yapıldığını bilmeyenler  var.
Anlatacağım üretim biçimi, tamamen insan ve hayvan gücüne dayalıdır.
Ekmeğin nasıl yapıldığını buğday ekiminden başlayarak anlatmaya çalışacağım. (Mısırdan da ekmek aynı yöntemlerle yapılıyordu, mısır ve buğday unu karıştırılarak da ekmek yapılır)
Yöremizde Ekim ayı başlangıcında tarlalar buğday ekmeye hazırlanır. Önce buğday /Ekin ekilecek tarlalardaki çalılar ve dikenler kadınlar tarafından kazma ile kesilir uygun bir yerde, genellikle yakılarak yok edilir.  Yöremizde tarlalar, ormanı yok ederek  oluştuğundan, o tarlalardaki orman halindeki ağaçların toprakta kalan kökleri her yıl yeni filizler verir, çalı dediğimiz bu filizledir. Eğer tarla üç-beş yıl ekilmezse eski doğal haline döner. Kesilen ağaçlar yeniden tarlayı daha gür şekilde kaplar.
 Ekin ekebilmek için önce yağmur yağması, yağmurdan sonra toprağın sürmeye uygun (TAV) hale gelmesi beklenir. Genellikle köylüler bu zamanı birlikte bekler,ya da birisi ekmeye başladığında diğer komşular da ekmeye başlarlardı. Bu arada tarlalar tav bakımından farklılıklar gösterebilir, tarlanın bayırda veya düzde olması, güneyde ya da kuzeyde, düz ya da bayır olması önemli. Ekin ekildiği sırada toprak çamurlu ya da kuru olmamalıdır. Düz araziler en  son ekilir. Toprak bulgur gibi olmalıdır en iyi ekim için.
Hava şartları oluştuğunda çalı ve dikenleri kesilerek ekime hazırlanan tarlalar öküzler gücü ile kara sabanla(Tamamen ağaçtan yapılı, toprağı deviren kısmında saban demiri denilen demir vardır) ekilmeye başlar. Önce tarla öküzlere boyunduruk ile koşulu olan sabanla bir kenarından veya alt ucundan başlanılarak evlek ( yaklaşık 1000M2 alan, 16-17 kg buğday tohumu atılır) çizilir. Bu çizilen evleğin içine geçen yılın ünlerinden tohumluk için ayrılan  buğday el ile tarlaya  saçılır. Sonra bu evlek sürülerek ekim bitirilir yeni evlekler çizilip tohumlanarak ekime devam edilir. Bu şekilde tarla ekildikten sonra tarlanın durumuna göre yağmur ve kar sularının ekili tarlaya çok zarar vermemesi için suların akacağı arklar çizilir sabanla. İşte bu işlemler deneyim gerektirir. Tarlayı eken kişi tarlanın eğimini, suyun akacağı yönü iyi tespit etmesi gerekir.
Ekim bittikten sonra sonbahar yağmurlarıyla toprakla buluşan  buğday tohumları çimlenerek filiz vermeye başlar, ekili tarlalar yeşile bürünür.
Kış soğuklarında ekinlerin büyümesi durur, kökleri derinde olduğu için donmaz, zarar görmez. Toprak yüzündeki filizler zarar görse de toprak içinde bulunan gövdeler bahar gelip toprak ısındığında yeni filizler vererek ekin tarlası daha da gür hale gelir.
Yöremizde buğday ve mısır dönüşümlü olarak ekilir. Bir yıl buğday ekilen yere ertesi yıl mısır ekilir. Tarlalar genellikle aynı köylülerin olduğu için belirli bölgeler buğday ve mısır için ayrılır her yıl aynı yerlerde aynı dönüşümle ekim yapılır.
Nisan ve Mayıs aylarında ekinler boy atarak yükselmeye başlar. Boylanan buğdaylar rüzgar estiğinde deniz gibi dalgalanır. Bu dalgalanmaya halk arasında “ekinler davşanlıyor”  denir.
Mayıs aylarında yeterli boya ulaşan ekinler başak çıkarmaya başlar. Başakların içi önce süt ile dolar, bu başaklar olgunlaşmaya başladığında önce süt halinde olan taneler sertleşmeye başlar. Haziran ayında sıcaklarla birlikte  ekin tarlaları sararmaya başlar. Olgunlaşan başaklar ekilen buğdayın cinsine göre bir kısmı boyun eğer, olgunlaşma tamamlanmıştır.
Haziran ayının sonuna doğru yoğun çalışma başlar, bu çalışmada asıl işi yapan kadınlar ve genç kızlardır. Olgunlaşan ekinler el ile orak denilen eğri ve keskin,
ağaç saplı bir aletle, eğilerek yare yakın yerden, bir elle tutulup diğer eldeki orakla kökleri kesilir, kesilen buğdaylar öbek öbek tarlaya bırakılır. Başaklar hırpalanıp zarar görmemesi gerekir.
Ekin biçmeye de, aynı ekin ekme gibi tarlanın alt kısmından ya da düz ise bir kenarından  başlanır. Bir yerden başlanarak ekin biçilen alana “çıkım” denir. Gün içinde biçilen ekinler, hava yağmur yağacak gibi değilse ertesi günü sabah erkenden biçime başlamadan önce “deste” bağlanır. Deste bağlanan kuşak ekinlerden yapılır. İki boy ekin önce başaklarının altından  birbirine bağlanır, bağlanan bu ekinler yere konulup öbek halindeki biçilmiş buğdaylar kucakla kuşak üzerine konulup toparlanarak sıkılır, kuşakların diğer uçları da bağlanır. Deste bağlama işi bittikten sonra, bağlanan bu desteleri tarlanın uygun bir yerinde toplamak gerekir. Bu yer öküz arabalarının rahatça gelip destelerin arabaya yükleneceği bir alandır. Bu alana getirilen desteler ay biçiminde başaklar dışarı, kök kısımları içeri gelecek şekilde üst üste yığılır. Buna “ağıl” denir.
Bu ağılların ay biçiminde yapılma nedeni, bu aşamada yağmur yağma olasılığı varsa ekinler bu ağılın ortasında yığın yapılır. Yığın halindeyken buğdaylar ıslanmaz. Yığın yapmak ta ustalık ister. Her ailede bu işi en iyi yapanlar genellikle erkeklerdir.
Orak biçme, imece usulü yardımlaşarak da yapılır.  Orak biçmede kadınlar bazen hem orak biçer hem de türküler söyler.
Orak biçme işi bittikten sonra orak biçmeyi bitiren kişinin  başına gelenek  gereği dikenden yapılan (Dikenlik) halka geçirilir.
Sıra ekin destelerinin harmana taşınmasına gelir. Harmanlar köyde genellikle evlere yakın yerlerdedir. Bu harman ve samanlıklar yapılırken  hakim rüzgarlarda dikkate alınarak yerleri seçilmiştir. Çünkü saman ile tanenin birbirinden ayrılması için rüzgara ihtiyaç vardır. Samanlıklar, harmanda işlenen buğday saplarının, saman olarak depolandığı basit binalardır. Samanlığın hemen önünde on-onbeş metre çapında toprak zeminli yuvarlak bir alan vardır, harman bu alandır.
Tarlalardan iki ya da dört tekerlekli öküz arabaları ile harmana getirilen desteler mutlaka yığın yapılır. Çünkü harman zamanına kadar yağmurlardan korunması için yığın yapılması gerekir. Bu yığınlar bir harmanlık olur. Ailenin bütün ekinleri harman etrafına taşınıp yığın yapıldıktan sonra sıra harman dövme işine gelir.
Önce harmanda kullanılacak olan araçların bakım ve onarımı yapılır. Düven denilen araçlar, genellikle çam ya da köknar ağaçlarından yapılmış beş cm. kalınlıkta uç tarafları yukarıya eğik iki kalasın birbirine ağaç ile çakılarak oluşturulmuş araçlardır. Düvenin alt kısmı “düven dişi” denilen sert taşlardan parçalanarak özel yapılmış taşlardır. Açılan oyuklara bu taşlar yerleştirilir. Harmana serilen buğday saplarını bu dişler parçalar.
Harmanda kullanılan diğer araçlar, dirgen (makbülü kızılcık ağacından yapılandır) sapan gibi, iki sivriltilmiş ve  sivri uçları yukarı doğru eğilmiş vaziyettedir. Ekin saplarını karıştırmaya ve savurmaya yarar. Yaba da harmanda kullanılan gerekli araçlardan biridir. Yaba kürek biçiminde ağaçtan yapılmış bir araçtır. Yabanında uç tarafında dört tane parmağı vardır, bu parmaklarda hafif yukarı eğiktir.  Öküzler harmanda düven çekerken dışkıladıkları zaman, düven üzerinde harman süren kişi yabayı öküzlerin arkasına tutar hayvanların dışkıları yabanın içine düşer ve harmandan dışarı atılır. Sidikleri samana karışır. Diğer bir harman aleti de kalburdur. Bu kalburun davul gibi kasnağı vardır, köknar ağacından yapılmadır. Bir tarafı hayvan derisinden yapılmış ince sırımlarla yaklaşık 1 cm genişliğinde gözler oluşturularak örülüdür. Harman sonunda işe yaramaktadır.
 Havanın durumuna göre akşamdan karar verilip harman yapılacaksa, hazırlıklar yapılır.  Harman yeri çalı süpürgeleri ile süpürülür. Düvende eksik dişler varsa tamamlanır.
Hane halkı sabah güneş doğmadan kalkar, harmana iner. Ailede küçük-büyük herkese iş vardır. Önce harmanı yapılacak ekin yığınını üstüne bir kişi çıkar. Ekin destelerini harmana atar. Harmanda bulunan kişiler ekin destelerinin kuşaklarını çözerek ekinleri harmana bir köşeden başlayarak yayarlar. Ekin yığınının tamamı harmana serilir, sabah kahvaltısı yapılarak düvenler zincirlerle hayvanların boyunduruğundaki kayışlı halkaya bağlanır. Bir veya iki çift öküzle harman “dövmeye” (Öküzlerin düvenleri çekmesi) başlanır. Eğer öküzler ilk defa harmanda kullanılıyorsa, başlarına ip takılıp bir kişi önden öküzleri çekerek öküzleri alıştırır. Asıl kumanda düvenin üzerinde bulunan kişidedir. Çocuklar için en zevkli olaylardan birisi düvene binmektir. Düvenin atındaki taştan dişler, üzerindeki ağırlıkların baskısıyla sapları kesmeye başlar. Başakların içindeki buğday taneleri de oluşan samanın arasına dökülür.
  Ekinlerin üzerine hayvan gücü ile dolaştırılan düvenin altındaki saplar, saman olmaya başlar. Altta kalan saplar ezilmez. Üst kısım belli kıvama geldiğinde, düvenler ve öküzler kenara çekilerek, öküzlere su ve yiyecek( alaf) verilir. Öküzler alaflarını yerken, harman dirgenlerle alt-üst edilmeye başlanır. Bu işleme “harman aktarma” denir. Harmanın tümü aktarıldıktan sonra yine düvenlerle harman dövmeye devam edilir.
Yeter olgunluğa ulaşılınca yine düvenler kenara çekilip harman aktarılır. Bu tekrarlama sürelerine “aktarım” denir. Öğlen sıcağına doğru harman olgunlaşmaya başlar. Hayvanların yorgunlukları dillerini çıkararak dönmelerinden bellidir. Öğlen yemeği harmanın kenarındaki meyve ağaçlarının gölgesinde yenir. Harmanda hızlı çalışmak esastır. Akşamüzeri esecek rüzgar zamanına kadar harman toplanmalıdır. Akşama buğdaylar çuvala, saman, samanlığa konulmalıdır.
Ekinlerin durumuna göre beş ya da altı aktarım sonunda harman dövme işlemi tamamlanır. Sıra samanların rüzgarın eseceği yöne göre harmanın uygun yerine toplanmasına gelir. Toplama işini “te” şeklinde “sıyırgı” denilen araçla, öküz ve insan gücü ile yapılır. Bu toplanan ekin  yığınağına “tınaz” denir. Rüzgar esmeye başladığında, tınaz dirgenlerle havaya savrulmaya başlanır. Bu savurma esnasında rüzgarın gücü ile saman ileriye, buğday taneleri de samandan geriye düşer. Bu işleme “tınaz savurma” denir. Rüzgar durduğunda savurma da durur, rüzgarın esmesi beklenir,
Savurma işlemi bittikten sonra, harmanda işbölümü hemen yapılır. Birileri samanı samanlığa doldururken, birileri de “çeç” denen buğday tanelerini kalburdan geçirir. Genellikle buğday tanelerinin dizili olduğu başakların parçaları vardır kalbur üstünde kalan. Bu işlemler sonunda kalbur üstünde kalanlar pek kıymetli değildir ama, toplumumuzda “kalbur üstü kişiler” kıymetli kişilerdir. Harmanın sonunda üzerinde “camel” yazan ve deve resmi olan gaz tenekeleri devreye girer.
 Bu tenekelerden bahsetmeden geçmek olmaz. Bu tenekeler o dönemde insanların aydınlanmak için (ışık) idare denilen  araçlarında kullandıkları gazyağı tenekeleridir. İdareler,, bugünün “Molotof” kokteylleridir. Bu tenekeler yıllarca Türk Köylülerinin hizmetinde kullanılmıştır. Halk arasında bunlarla yapılan çok işler vardır.  Bu tenekelerle harmanda dolum ve ölçüm işleri yapılır. Halk arasında bir teneke  dolusu buğdaya “bir yarım” buğday denir. Bu tenekeler çamaşır yıkamada, su taşımada, su ısıtmada çeşitli işlerde  yıllarca kullanıldı. Plastik kapların yaygınlaşması ve gazyağı ihtiyacı azalması nedeniyiyle tenekeler  kullanılmaz oldu.
Bu tenekeler, bizim evimizde “devrim” aracı oldu. 1963 yılı sonbaharıydı. Dedem, babam, amcam bu tenekelerden soba ve borularını yaptılar. O zamana kadar bugün “şömine” denen ocaklarda ısınırdık. Bu ocaklar sadece ısınmak için değil, tüm pişirilen yiyeceklerin yapıldığı yerdi. Kış soğuklarında ocaktan ısınmaya çalışırdık, küçük çocukları, büyükler kucağına alır ısıtmaya çalışırlardı, ocak devamlı yanmasına rağmen odanın içini tam ısıtması mümkün değildi. İşte böyle bir ortamda yapılan teneke soba yanan ateşi evimizin ortasına getirmişti. Borusunu da bacaya bağlamışlardı. Evin ortasında sobada yanan ateşin etrafında toplandığımız da duyduğum sevinci anlatamam. Kedilerimiz de gözleri kapalı ısınıyorlardı.
Harmanda buğday eleklerden geçilince çuvallamaya hazır demektir. Çuvallar  kasabadan boş satın alınma, kesme şeker ya da yetmiş kilogramlık un çuvallarıdır. İçleri dolar boşalır.
 Ekilen bir teneke (yaklaşık 16-17 Kg.) buğdaya karşılık 3-5 teneke buğday üretilirdi.( Dünya standartları 1 teneke buğdaya 10 teneke buğday)
Bir harmandan harmanın büyüklüğüne göre on-yirmi teneke buğday alınır. Çuvallar yağmurdan korunabilecek bir yere konulur. Bir iki harman sonunda elde edilen buğdaylar çuvallarla öküz arabalarına yüklenerek köyümüzün yakınından geçen Ulus çayına yıkanmak  üzere götürülür. O aylarda (Ağustos-Eylül) çayda su az miktarda akar. Uygun yer seçilir, tabana çul serilerek yan tarafarı taş ile çevrilip elips bir tava oluşturulur. Su üst taraftan girer alt ucundan çıkar. Harmandan getirilen buğdaylar bu su tavasının içine tek tek boşaltılır. Buğdayın içinde, buğday olmayan sap ve başak kısımları hafif oldukları için suyun üstüne çıkar. Bu konuda uzmanlaşmış kadınlar bu su yüzüne çıkan çer-çöpü kalburla  alır bir kenara koyar. Bu kısım atılmaz, hayvan yemi olarak kullanılr.
Bu yöntemlerle çaya götürülen buğdaylar yıkanarak tekrar çuvallanıp yaş olarak eve getirilir.
Yaş olarak getirilen buğdaylar hemen, sergi(evlere bitişik her türlü güneşte kurutulacak yiyeceklerin yapıldığı yer) ya da yere serilen çullar üzerine kurması için serilir. Uzun süre yaş olarak çuvallarda kalırsa bozulur, nişasta olur. 
Buğdaylar kurutuluken akşamları serili olduğu çul içinde kenarlarından içeriye doğru toplanıp üstü kapatılır. Gece çiğden ıslanmasın diye. Sabahleyin tekrar serilir. Geceleri başıboş hayvanlardan ve hırsızlardan korumak için sergi yanında yatılır.
Kurutma işlemi güneşin durumuna bağlıdır. İyi güneş alırsa çabuk, almazsa geç kurur.  Birkaç günde kuruyan buğdaylar ambarlara depolanır.
Toprağa dayalı yaşam biçiminde köylünün işi dört mevsim çalışmaktır. Yani; çileli bir yaşam biçimidir.
Kurutularak ambara konulan buğdaylar  ihtiyaç olduğu zaman un yapılması için değirmene götürülmesi gerekir. Genellikle kadınlar iki veya üç teneke buğdayı çuvallara koyarak, ilerle sırtlarına yüklenip değirmene götürürler.
Değirmen su değirmenidir. Bizim mahallemizin buğday ya da mısırları Ağaköy de “Concoğ” ya da “Gara Seyin”’in değirmenlerinden birisinde öğütülürdü. Değirmeni değiştirdiğinizde diğer değirmenci gücenirdi.
Bugün sadece temelleri kalan bu su değirmenlerinden de bahsetmeden geçmeyelim. Yaklaşık bir, bir buçuk kilometre uzaklıkta, Ulus Çayından bir bentle (Suyun önüne kazıklar çakılıp, ağaç dalları ve taşlarla baraj şeklinde yapılan, suyun arka doğru akması için su seviyesini yükselten yer) alınan sular, değirmen arkı dediğimiz arklarla değirmenin oluk başına gelir. Su eğik oluktan hızla akarak, oluğun ucundaki poyradan fışkırarak, değirmenin çarkını döndürür. Bu çarka bağlı olan üst değirmen taşı dönerek, alttaki sabit taşla arasına dökülen buğdayı un haline getirir. Bu taşların ayarları, dişlerinin yenilenmesi değirmenciler tarafından yapılır.
Değirmeni durdurmak için oluk başındaki “savak” denilen ağaçtan yapılı düzenek ile suyun oluk başından yan tarafa boşa akıtılmasıyla değirmenin dönmesi durur.
Gara Seyin’in değirmeni tek, Concoğ değirmeni iki katlıydı. Bu değirmenlerde Çuvalları koymaya yerlerle, değirmende bekleyenlerin kalmaları için birer ocaklı odalar bulunur. Yakın yerlerden gelenler çuvallarını sıraya koyup döner, uzak köylerden gelenler değirmende yatmaları gerekebilir.
Çuvalların karışmaması için okuma-yazma bilenler isim yazar, okuma yazma bilmeyenler de kopya kalemi ya da odun kömürü ile çuvallarına işaret koyarlar.
Değirmenci, sırası gelen çuvalları tekneye boşaltır, buğday ya da mısır tekneye konulduktan sonra tekneden değirmenci ölçeği ile “hak” alır. Un olan buğdayı çuvalına doldurup kenara koyar.
Değirmende gün boyu kalanlar bazen karınlarını doyurmak için un teknesinden elenmeden alınan buğdayı yoğurur, mayalamadan geniş ot yaprakların sarıp ocaktaki kızgın ağaç külüne gömerler. Bu kömecin adı “kül kömecidir”  biraz  küllü olur ama, tadına doyum olmaz